-29 EKİM İLKÖĞRETİM OKULU-- 5-D SINIFI
  forum
 
=> Daha kayıt olmadın mı?

Burada üye olabilir sitemize daha yakın olabilirisiniz.......

forum - metal

Burdasın:
forum => Örnek forum => metal

<-Geri

 1 

Devam->


dilan
(şimdiye kadar 10 posta)
29.12.2007 15:36 (UTC)[alıntı yap]
1. Bölüm: SAVAS BASLİYOR
23 Mayıs 2007 - Saat: 00.10
KERKÜK’ÜN KUZEYDOGUSU
Karanlık, doganın örtüsü haline gelmisti. Sessizligin içinde, böcek çıglıkları bile duyulmuyordu. Irak’ın
daglık kuzey bölgesinin sınırındaydı burası. Çölün sona erdigi topraklarda düzlükler ve yükseltiler
birbirine karısmaya baslıyordu, ufuk çizgisindeki daglık alan, karanlıgın içinde ancak bir gölge olarak
beliriyordu. Genis düzlük alanları ara ara tepeler kesiyordu. Zor bir cografyaydı; hem toprak, hem de
insan olarak. Çok seylere gebe bir dünyanın manzarasıydı, gelecegin karmasasını içinde besledigini belli
etmiyordu pek.
Bu donmus an, önce hafif bir titresimle bozuldu. Ardından o düzlüklerden birisinin sınırındaki kayalık
alanda tas parçalarının toprak üzerinden asagı dogru yuvarlanma sesi ve hemen ardından bot sesleri
duyuldu. Askerler kosarak kayadaki yarıgın içinden çıktılar ve hızla tepeden asagı indiler. Üniformaları
dısındaki her yerleri siyah çamurla kapatılmıstı. Yorgundular, neredeyse iki gündür en alt seviyede
ögünle yasamaya çalısıyorlardı ve simdi de uzun bir mesafeyi, üzerlerindeki kırk kiloya varan yükle
kosmak zorundaydılar. Tek sansları, yokus asagı kosacak olmalarıydı ama yaklasık iki kilometre ötedeki
yabancı askerî birlige görünmeden bu mesafeyi almak gibi zor bir durum ile yüz yüzeydiler.
On iki askerden olusan öncü gözetleme timinin basındaki Üstegmen Alper en önde hızla asagıya dogru
kosmaya baslamıs, hemen pesinden de erler büyük bir hızla ileri atılmıslardı. Degil iki kilometreden, yüz
metreden bile fark edilmeleri neredeyse imkânsızdı. Karanlıgın içindeki gölgeler hızla tepeden asagı
kaydı, kosu bir süre düzlükte de devam etti. Çok güçlü bir askerî birligin karargâh merkezine bakan bir
tepeden gözlem yapmıslardı, fark edilmeleri halinde vurulmamalarına imkân yoktu. Yirmi dakika süren
kosunun ardından büyük bir kayanın arkasına sıralandılar. Takımın en irisi ve makineli tüfekçisi Serdar,
kayanın biraz açıgında siper alıp nisangâhını, geldikleri istikamete yöneltti. Üstegmen Alper tek dizinin
üzerine çökmüstü. Telsiz eri hemen yanına geldi ve kriptolu mesaj modunu açtı:
"Sahin’den Baykus’a, tamam."
Telsizden gelen cızırtıyı dinlediler bir süre:
"Sahin’den Baykus’a, tamam."
Üstegmen sabırsızlanmaya baslamıstı:
"Baykus’tan Sahin’e. Devam edin. Tamam."
"Baykus, Kerkük’ün on bes kilometre kuzeydogusunda 101. Piyade Tümenine baglı oldugunu
sandıgımız, tugay büyüklügünde bir birligin merkez karargâh koordinatları belirlendi. Olaganüstü bir
askerî hareketlilik var. Bildiriyorum...."
"Baykus’tan Sahin’e. Sag olun. Tamam."
"Anlasıldı. Tamam."
2
Alper sürünerek, dürbünle karargâhı gözleyen komando er Uygar’ın yanına geldi. Uygar dürbünü
uzatırken parmagıyla iki noktayı isaret etti. Eski, beyaz bir kamyonet, karargâhın kapısından
oyalanmadan geçmis, büyük bir çadıra dogru ilerliyordu. Araç, çadıra girmeden önce ellerinde
silahlarıyla birkaç posulu, aracın içinden çıktı.
Uygar, "Bunlar Pesmerge’yse kafamı keseyim," dedi.
Alper cevap vermedi. Son zamanlarda Kerkük’te Kürt olmayan nüfusa karsı yapılan saldırılar iyice
artmıstı. Ankara’nın uyarılan ne Kürt hükümetinde, ne de ABD’de ses buluyordu. Amerikan hükümetinin
dıs politikası tamamen Rum, Ermeni ve Yahudi lobisinin eline geçmis gibiydi. Kıbrıs konusunda da
gerilim iyice tırmanıyordu.
Kuzey Irak’ın karısmaya baslaması ve Türkmen varlıgının tamamen ortadan kalkma tehlikesinin bas
göstermesi ile birlikte, Türkiye’nin bir zamanlar reddettigi askerî katkı, sanki zorunlu olarak
gerçeklesmisti. Bütün bu gelismelerin yanında istihbarat raporları, Amerikan kuvvetlerinin Suriye’ye
müdahale etmeye hazırlandıgına isaret ediyordu. Esad Hükümeti zordaydı. Yorumcular, belki de bu
nedenle ABD’nin, Türk Ordusunun Kuzey Irak’a girisine ses çıkarmadıgını belirtiyordu.
Askerlerin sessizlige alıskın kulakları, derinden gelen bir sesin varlıgını algıladı. Düzenli bir ivme ile
artan bir titresimdi bu. Üstegmen Alper birkaç saniyede sesin ne oldugunu anladı. Bu bir helikopterdi ve
açık bir sekilde, bulundukları noktanın belli bir uzaklıgında daire çiziyor olmalıydı ama ne bir ısık, ne de
bir siluet görülebiliyordu. Dakikalar boyu karanlıgı gözlemlediler, tam siper almıs vaziyetteydiler ama
silahlarını dogrultacakları bir hedef yoktu ortada. Kısa bir süre sonra ses uzaklastı ama bu sefer daha
uzaktan, daha farklı sesler gelmeye basladı. Üstegmen Alper, makineli tüfekçiyi daha iyi bir yerde siper
alması için uyardı. Serdar hemen arkadaslarından bes on metre ileride, daha alçak bir kaya parçasının
arkasına saklandı. Birbirleri ile isaretlesmek üzereydiler ki iki siper noktasının arası bir anda aydınlandı,
simsek çakmıs gibiydi. Türk Deniz Piyade Tugayı istihbarat timinin askerleri neye ugradıklarını
sasırmıslardı, gözleri görmüyordu, kulaklarına
gelen sesler sanki metal bir koninin içinden geçer gibi ulasıyordu. Hiç kimse neler oldugunu
anlayamıyordu. Makineli tüfekçi Serdar ile diger askerlerin arasında siddetli bir patlama olmustu.
Patlamanın hemen arkasından birkaç yüz metre ötedeki degisik noktalardan mermi yagmaya basladı, izli
mermiler arka arkaya gece karanlıgını delip sessizlik perdesini yırtıyordu.
Alper gözlerini açtı, az önce olması gereken noktadan birkaç metre ötedeydi. Üzerindeki elbiseler yanmıs
ve paralanmıstı. Vücudunun bazı yerlerinden kan aktıgını hissedebiliyordu sadece. Bunun dısında fazla
bir his yoktu bedeninde. Az ötesinde, yerde yıgılı gölgeler gördü; bazıları hareketsizdi, bazılarıysa çok
güçlü olmayan bedensel tepkiler veriyorlardı. Yerinden kımıldamaya çalıstı ama çok zorlanıyordu, simdi
etrafı görmek çok daha zordu ama izli mermilerin geldigi yerleri görebiliyordu. "Az önceki helikopter,
asker getirmis olmalı," diye düsündü. "Çok kalabalıklar."
Yine helikopter sesleri gelmeye baslamıstı, bu sefer sesler birden çoktu. Aniden irkildi Üstegmen, az
ötesinde korkunç bir gürültü meydana gelmisti, insan üstü bir gayretle dogruldu. Kayayı siper alan
Serdar kendine gelmis olmalıydı ki, makineli tüfegini konusturmaya baslamıstı. Eli, hiç durmadan tetigi
çekiyordu. Izli mermilerin ateslendigi noktalara onlarca mermi yolluyordu. Serdar bir an yanına baktı,
Üstegmen ile göz göze geldiler, gülümsediler. Alper G-3’ünü seriye ayarladı ve birkaç darbede sarjörü
karsı tarafa bosalttı, yere yattı. Bir süre için düsman atesi kesilmisti. Bu aradan yararlandı ve telsizcinin
yanına süründü. Telsiz görevlisi askere baktı ama eline gelen sey nedeniyle irkilip geri çekildi. Çok
kötüydü durumu, sarapneller boynunu kesmisti, yasayıp yasamadıgını bilmiyordu. Telsizi sırtından alıp
uzaklastı. Az önce ates açanlar toparlanmıs, bu sefer Serdar’ı öldürmek için ates ediyorlardı. Üstegmen ne
yapacagını sasırdı. Serdar çok iyi siper aldıgı için
3
vurulmamıstı ama seken mermiler etrafı cehenneme çevirmisti. Telsizi çalıstırmayı denedi, herhangi bir
hasar yoktu ama cızırtılı arka sese pek çok ingilizce konusma karısıyordu. Üstegmen karsısındaki
Amerikan askerlerinin çok heyecanlı olduklarını anlayabiliyordu. Sürekli telsizden bagırıyorlardı:
"Take’em out, take’em out!!"*
* Öldürün onları, öldürün!
Üstegmen Alper, telsizden merkeze ulasmaya çalıstı. Bir süre sonra zayıf ve derinden gelen bir cevap
duydu:
"Baykus’tan Sahin’e, konumunuzu bildirin."
"Sahin’den Baykus’a. Az önce size verdigim koordinatların iki kilometre kadar güneydogusunda ve
yogun ates altındayız. Amerikalılar her taraftan ates ediyor, askerlerimin çogu sehit oldu komutanım.
Helikopter sesleri duyuluyor, her an roket atesi bekliyorum, tutunmaya çalısıyoruz."
Üstegmen Alper’in sesi karsı taraftaki telsizden çok umutsuz olarak algılanıyordu. Deniz Piyade
Tugayının Kerkük’e yakın merkez karargâh çadırındaki tabur komutanları hiddetle ayaga kalkmıs,
olanların ne anlama geldigini çözmeye çalısıyorlardı. Hiçbir düsmanca harekette bulunmamıs olan bir
ileri kol takımına, böylesine acımasızca saldırmanın altında nasıl bir neden olabilirdi? Kuzey Irak’taki
Türk askerî varlıgı ABD Irak’ı isgal ettiginden beri bir gerilim kaynagı olmus, hatta Çuval skandali diye
anılan; istihbarat amaçlı olarak bölgede bulunan, özel Kuvvetlere baglı askerlerin gözaltına alınması olayı
patlamıstı. Telafer ve Kerkük’teki saldırılar gerilimi tırmandırmıs ama asla böylesi bir sıcak çatısma
noktasına gelmemisti. Iki taraf da birbirine temkinli davranıyordu. Simdi bu saldın neden olmustu?
Tabur komutanı olan binbasıları tutmak çok zordu. Hepsinin elinde birer kalasnikof vardı ve tek
baslarına bölgeye gitmek için can atıyorlardı. Tugay Komutanı Tümgeneral Ihsan Er, telsizden
Genelkurmay ile görüsmeye ugrasıyordu. Elektronik karıstırmanın yol açtıgı kesilmeler meydana
geliyordu bazen ama bir süre sonra tekrar iletisim kurulabiliyordu. Çadırın içi sigara dumanı ile
dolmustu, üst düzey askerler dısındaki subaylar dısarı çıkartılmıs ve "Hazır ol" emri verilmisti
kendilerine. Deniz Piyade Tugayı, Türk Ordusunun gözbebegi ve savasa en hazır birligiydi. Ancak
karsılarındaki birlik, eger yanılmıyorlarsa, ki yanılmadıklarından emindi hepsi de, Apache helikopterleri
ile desteklenen yirmi bin kisilik bir tümenin en hızlı tugaylarındandı.
"Çocuklar, askerlerimizi öldürüyorlar, ne yapacagız?" dedi Tümgeneral Ihsan Pasa.
"Komutanım, yardımlarına kosalım," dedi bölük komutanı Yüzbasılardan birisi.
"Evet, zaman kaybetmemeliyiz," diye atıldı Tugay Komutan Yardımcısı Albay.
"Ya Genelkurmay?" Tümgeneral çok endiseliydi; verecekleri karar, içinden çıkılmaz bir olaylar zincirini
baslatabilirdi. Sanki Amerikalılar bunu istermis gibi yakınlarına gelmislerdi. Büyük kuvvetler birbirlerine
yaklastıgı zaman uç kolların arasında temas yasanmaması neredeyse imkânsızdı ve Amerikan tümeni bu
hareketi ile resmî olarak düsmanca bir tutum sergilemis kabul edilebilirdi.
"Komutanım, saldırı altında olan Genelkurmay degil, bizleriz." 1. Tabur 2. Bölük Komutanı Yüzbası
Hakkı Sayın’ın sesi sert ve bakısları deliciydi, yüzündeki siyah boyalar nedeniyle korkutucu bir ifade
yerlesmisti yüzüne. Çadırdaki konusmalar devam ederken emir vermis ve acil olarak tegmen, astsubay ve
erlerden olusan yirmi kisilik bir tim olusturulmasını istemisti. Makineli tüfekler ve roketatarlar tasıyan
4
askerler bes dakika sonra çadırın önündeydi.
"Izin verin, ben, komutamdaki yirmi askerle yardımlarına kosmak istiyorum. Tüm tugayı ya da bir taburu
harekete geçirmek zaman alır ve zayiatı artırır. Benim fikrim, tugayın hemen ciddi savunma pozisyonuna
geçmesi ve bizimle kontak halinde kalması. Koordinatlar belli, bölgeye hava saldırısı istenebilir. "
Ihsan Pasa, Yüzbası ile gurur duyuyordu, bir general kadar hevesli ve düsünceliydi.
"Tamam Yüzbası, hemen harekete geçin ve kalanları kurtarın. O herifleri püskürtmeni istiyorum. Biz
savunma pozisyonu alıp Genelkurmaydan emir bekleyecegiz, gerekirse bütün gücümüzle yükleniriz."
"Emredersiniz Komutanım!" Yüzbası Hakkı Sayın’ın sesi çadırdakilerin kulak zarını çınlattı. Konusmasını
bitirince hızla dısarı çıktı ve kosarak az ilerideki kamyona yöneldi. Askerler de aynı çabuklukla iki
kamyona dolusup çatısmanın tam ortasına dogru yola çıktılar. Yaklasık kırk bes dakikalık mesafedeydi
çatısma merkezi. Tugayın komuta karargâh merkezi, tepelerin arasına kurulmustu ve kamyonlar yolda
hızla ilerlerken tabur ve bölüklerin arazide dagınık halde savunma hazırlıgına geçmekte oldugunu fark
edebiliyorlardı. Kamyon farlarının yarım yamalak aydınlattıgı gece karanlıgında insan siluetlerinin
kosusturdugunu, siper kazdıgını ve yüzlerindeki kamuflaj boyalarını yenilediklerini görebiliyorlardı.
Yüzbası Hakkı, öndeki kamyonda soför yanına oturmustu. Eli sıkı sıkıya tetikteydi. Ortamın heyecanı
nedeniyle genç subay ve erlerin, durumun ne anlama geldigini bilmediklerine emindi. Onlar bir çesit
terörist saldırıyı bertaraf etmeye gittiklerini düsünüyorlardı.
Aradan otuz dakika geçtikten sonra patlamaları ve makineli tüfek seslerini duymaya basladılar.
Yüzbasının yüzünde garip bir ifade vardı, anlamsızdı tamamen, dudakları oynuyordu. Sesler askerleri
tedirgin etmisti. Çok fazla ses vardı, nasıl bir çatısmanın içine gidiyorlardı?
Üstegmen Alper, hâlâ nasıl hayatta kaldıklarına sasırıyordu dogrusu. Erlerden üçü daha kendine gelmis
ve ates etmeye baslamıstı. Hepsi kan içindeydi ama hiç konusmadan karsıdan ates gelen bölgeye
kilitlenmis durumda silah sıkıyorlardı, yasamıyor gibiydiler. Telsiz açıktı ama söyleyecek fazla bir sey
yoktu. Karsılarındaki düsman, bas edilebilecek bir güçte degildi; biraz sonra mermileri tükenecek ve birer
birer sehit olacaklardı. Saldırının uyarısız gelmesinden, onları teslim olmaya davet etmeyecekleri belli
olmustu. Bu duygu ile rahatladı Üstegmen Alper, gözlerinin önüne çocugu ve karısı geldi. Sehirde yalnız
basına yasayan annesini düsündü. Hepsi belirsiz birer görüntüye dönüsüyordu aklında, onlar mı artık
yoktu, yoksa kendisi mi yok oluyordu tam kestiremiyordu. Ellerine baktı, ailesine dokunan ellerine,
onlara sevgiyle dokunan elleri simdi kan ve toprak içindeydi. Bu eller... Onlara bir daha
dokunamayacaktı. Ates etmenin bir anlamı kalmamıstı ama emrindeki birkaç asker,
zafer kazanacakmısçasına savasıyordu.
"Cem, nasıl gidiyor?" Az ilerisindeki Istanbullu askere seslendi, sesi hırıltılı ve yarı çıglık atar gibi
çıkmıstı "Düsmana zayiat verdiriliyor komutanım." Istanbullu asker savasın soku içindeydi. Nisan
almadan attıgı mermilerin hedeflerine ulastıgını zannediyordu ama izli mermilerin gökyüzünde uçan
atesböceklerinden daha tehlikeli oldugu söylenemezdi. Alper Üstegmen, yüzü kaskatı kesilmis halde
tetige basan temiz yüzlü çocuga baktı. Kim bilir kimler onun eve bir an önce dönmesini bekliyordu; kendi
gibi bebek suratlı sevgilisi, güleç annesi ve oglunun isinin basına geçmesini bekleyen sevgi dolu bir baba,
ya da buna benzer birileri. Ama o, ölümün kenarında kendinden geçmis bir halde umutsuzca var olmaya
çalısıyordu.
Büyük bir patlama daha oldu. Masmavi ve parlak bir ısık çıkartmıstı bomba. Az önce kendine gelen iki er
acı içinde bagırmaya basladı; birisi Uygar’dı. Digerinin adını unutmustu. Alper’in zihni garip tepkiler
5
veriyordu, hayatının bazı detaylarını da unutmaya baslamıstı. Vücutları sarapnel parçalan ile dolmustu
yerdeki askerlerin. Sadece bakabildi, hiç hareket edemedi Üstegmen. Yerde kıvranıyorlardı. Kulakları
uguldamaya basladı Alper’in. Birkaç dakika içinde o da onların yanında olacaktı herhalde. O artık sehit bir
askerdi, yasamdan ölüme geçisin oldugu yerdeki huzuru hissetti, ölüm, gerçeklesmeden önce bir korku
aracı olabilirdi sadece, oysa onun kapısı açıldıgında artık sonsuz bir huzur vardı. Alper kulaklarından kan
aktıgım hissetti, az önceki ugultu dayanılmayacak hale gelmisti. Baska bir sesti bu, yere vuran nal sesleri
gibiydi, büyük bir süvari ordusu daglardan kopup geliyordu sanki.
Yüzbası Hakkı, kamyonu kullanan askere, "Dur!" emrini verdi. Yüksek bir kayalıgın kösesini henüz
dönmüslerdi, kayaların üzerinde zayıf bitkiler vardı ama alan, o kadar girintiliydi ki birkaç askerin böyle
yogun bir çatısmada bu kadar uzun süre dayanmıs olmasına sasırmadı. Henüz çatısmanın oldugu yeri
göremiyordu ama hemen kayalıgın arkasında oldugunu biliyordu. Kamyondan atladı ve el isareti ile
askerlerin inmesini istedi. Yirmi asker hızla kamyonları terk etti. Yüzbası soförlerin de inmesini istedi. O
kamyonlara ihtiyaçları olacagını sanmıyordu. Kosarak kayanın kenarına geldi ve basını uzattı, diger
askerler, arkasında tek sıra halinde dizilmisti. Gözleri dehset içinde açıldı Yüzbasının. Irkilmisti, bedeni
bu irkilmeyi olanca gücüyle dısarı yansıttıgı için askerler ona iyice yaklasıp, silahlarına sıkı sıkıya
sarıldılar.
"Allahım!" diye bir hırıltı çıkardı Yüzbası. Diger takımın komutanı Üstegmen yanına yaklasıp basını
uzattı. Onun da yüzü, üstünden farksız hale gelmisti.
Karsılarında cereyan eden manzarayı anlatmak zordu. Yüzlerce ısık huzmesi çok dar bir alana dogru
yagıyor ve orada ortadan kayboluyordu. Hedefledikleri alan, çelik eritme kazanını andırıyordu. Isık
huzmeleri bir araya gelip sürekli yanan bir ates görünümü kazanıyordu. Atesin yogunlastıgı bölgeden
atılan birkaç izli mermiyi görünce Yüzbası ve Tegmenin gözünden yaslar bosandı. Hâlâ sag bir iki asker
vardı orada ve sehit olmaları an meselesiydi. Bulundukları nokta, çatısmanın tam paralelinde kalıyordu,
her iki tarafa da esit mesafedeydi. Yüzbası, askerleri basına topladı:
"Çocuklarım, biz buradan sag çıkamayız, isteyen varsa hemen kamyona atlayıp karargâha dönsün. Bu
vebali üzerime alamam."
Askerlerin gözleri doldu, kimseden ses çıkmıyordu. Helikopterlerin sesleri artmaya baslamıstı. Birazdan
oradaki ufacık direnis cebine roketleri yollayıp isi bitireceklerdi.
"Olmaz komutanım!" diye haykırdı erlerden birisi. Digerleri de ona katıldı, gözlerinde umut yoktu ama
çelik gibi bakıyorlardı komutanlarına. Hepsi silahlarının emniyetini kapatıp tetiklerini seriye ayarladı.
Bes tane makineli tüfekleri vardı. Iki asker de roketatarı kullanacaktı.
"Hep beraber izli mermilerin kaynaklarına ates açacagız çocuklar. Roketleri helikopter sesi gelen tarafa
gönderin, gölge görürseniz ona dogru ates edin. Ilk atesten sonra serbestsiniz çocuklarım, Allah ne
verdiyse. Ben direnen askerlerimin yanına kosacagım, beni korumaya çalısmadan o pisliklere ates edin."
"Emredersin komutanım!" diye karsılık verdiler.
Yüzbası telsizi aldı, karargâhla baglantı kurdu:
"Baykus, bu son mesajımızdır. Direnen askerlerimizin yanındayız ve düsman unsurlara saldırmak
üzereyiz. Çok ates var, sag dönmemiz mucizedir. Kendinizi kollayın! Bu kuvvet, sonrasında sizi hedef
alabilir. Allah yardımcımız olsun."
6
Cevap beklemeden telsizi kapattı. Herkes derin bir nefes aldı. Ne yapacaklarını biliyorlardı ama sonucun
ne olacagı hakkında hiçbir düsünceleri yoktu. Tek bildikleri, az sonra her yerin kan gölüne dönecegiydi.
Karsılarındaki düsmanı sasırtmak ve kayıp verdirmek zorundaydılar, eger bunu yapabilirlerse belki
kurtulabilirlerdi.
Yüzbası elindeki M-16’nın dürbünü ile etrafı kolaçan etti. Ilk atesi o açacaktı ve sonra her taraf karısacaktı.
Hedef nisangâhında Amerikalı askerleri açıkça görebiliyordu, çok iyi siper almamıslardı. Savasmaktan
çok egleniyor gibi görünüyorlardı. Kendilerine ates edilmesi umurlarında degil gibiydi, birkaç yaralı
Türk askerinin atesi onları korkutmuyordu. Yüzbası makineli tüfegin yerlestirilmis oldugu siperi
hedefledi. En çok izli mermi ondan çıkıyordu. Siperde makineli tüfekçi dısında iki asker daha vardı. Onlar
da ara sıra birkaç el ates ediyorlardı. Yüzbası Hakkı gözlerini kıstı, "Bismillah," dedi ve tetige bastı.
M-16’nın ilk patlaması ile kıyamet koptu, yanındaki askerlerin kulakları sagırlastı, sanki bir kuyunun içine
girmislerdi. Az önceki psikoloji ortadan kalkmıstı, simdi seslerin bir anlamı yoktu, hepsi tek basına
gibiydiler. Yüzbasının yolladıgı mermiler Amerikalı askerlerin üzerine yagdı ve makineli tüfek hemen
sustu. Yüzbası, nisangâhından Amerikalı askerlerin
kıvranarak yere yattıgını görebiliyordu ve eger yanılmıyorsa kulaklarından sızmaya çalısan çıglık sesleri
de onlara ait olmalıydı. Siperdeki üç asker de vurulmus ama ölmemisti. Hepsinin hayatî organlarını
koruyan çelik yelekleri vardı. En azından artık sorun çıkarmazlardı.
Yüzbası, yanındaki askerlerin naralar atarak silahlarını atesledigini duydu ve dönüp onlara baktı.
Önündeki görüntü hiçbir korku filmiyle karsılastırılamayacak kadar korkunçtu. Yirmi asker ellerindeki
silahları yüz metre kadar ötelerindeki kayalıklara bosaltıyordu. Bazen nisan alıyor, bazen nisan almadan
bölgeyi tarıyorlardı. Makineli tüfekçiler, yanlarına Belçika yapımı FN makineli tüfeklerini almıslardı.
Korkunç bir hızda ve serilikte ates edebiliyordu bu silah. Simdi bulundukları kayalıktan Amerikalı
askerlere ates kusuyorlardı. Karanlıktaki araziden ardı ardına çıglıklar yükselmeye baslamıstı. Az önce
direnmeye çalısan birkaç askere ates edilmiyordu artık. Aslına bakılırsa ates tamamen kesilmisti. 101.
Hava Indirme Tümenine baglı askerler kayalıkların altına sinip canlarını kurtarma derdine düsmüs
olmalıydı. Bu sırada roketatarlar ateslendi ve gecenin derin karanlıgı içinde, arkasında koyu bir duman izi
bırakarak gökyüzüne dogru yükseldi, orada ortadan kayboldu.
Roketlerin patladıgı yerlerden etrafa saçılan kaya parçalarını seçebiliyorlardı. Ay ısıgı gölgeleri
berraklastırıyordu. RPG’lerin etrafa saçtıgı parçacıklar pek çok Amerikalı askeri yaralamıs olmalıydı. Tiz
çıglıkların sesleri daha da artmıstı.
Askerler sarjör degistirirken ates yavasladı. Yüzbası yanındakilerin saskın bakısları arasında bir ceylan
gibi zıplayarak karanlıgın içinde kayboldu. Ayak seslerini duyabiliyorlardı. Tekrar Amerikalıların
bulundugu noktalara ates etmeye basladılar. Roketler tekrar aynı bölgeyi hedeflemisti. 101. ’nin genç
askerleri için durum ciddilesiyordu. Çıglıklar artık bir senfoniyi andırıyordu, kötü yakalanmıslardı.
Üstegmen Alper rüya gördügünü zannetti, ölmek üzere olmalıydı, beyni ona umut asılayacak görüntüler
olusturuyordu. Üzerlerine yagan ates sona ermisti. Simdi kendilerine ates edenlerin oldugu siperlerden
acı bagırıslar yükseliyordu. Bir an için olsun küçük bir umut tanecigi belirdi ama bunu hemen reddetti. O
artık ait oldugu yere gitmeye hazırlanıyordu, böyle kandırmacalar ile harcayacak zamanı yoktu. Etrafına
bakındı, ilk ateste sehit olan askerlerin bedenleri paramparça olmustu, yagan mermiler sürekli onları
bulmustu. Birden karanlıgın içinde büyüyen bir gölgenin ona dogru kostugunu gördü. Yüzünde bir
gülümseme belirdi, iste cesur biri çıkmıs ve son kalan canlan almayı kafasına koymus olmalıydı. Elini
silahına attı, kolları halsizdi ama ölmeden bu cesur adamı da yanında götürmek niyetindeydi...
"Ben Türk’üm!... Yüzbası Hakkı. Ogullarım, ates etmeyin." Ses tam zamanında kulaklarına ulastı, yoksa
tetigi çekmesine ramak kalmıstı, öylece kalakaldı Alper, gölge üzerine geldi ve yanında egildi, gözleri kan
7
doldugu için tam olarak seçemiyordu ama eline dokunan sıcaklıktan dost oldugunu anlamıstı. Bunun ne
anlamı vardı ki, ne degisecekti?...
Amerikalı askerlerin bulundugu alandan bir ses geldi, yılan agzından çıkmıs gibi siddetli bir sesti. Bir
ates huzmesi büyük bir hızla Yüzbası Hakkı’nın geldigi kayalıga dogru uçup patladı, kıvılcımlar saçıldı
etrafa. Yüzbası Hakkı’nın agzından, "Allah!!!" diye bir çıglık koptu. Askerlerini bıraktıgı kayalıkta
patlamıstı füze, hiç ates gelmiyordu simdi oradan. Az önce susmus olan Amerikan atesi yeniden basladı,
Amerikalılar saskınlıklarını üzerlerinden atmıs ve simdi her iki noktaya dogru karmasık bir ates
yagmuruna baslamıstı. O anda bir helikopterin silueti görüldü, birkaç yüz metre ötedeki tepenin
arkasından... Helikopter hızla tepenin arkasından çıkıp 30 mm’lik topu ile Türk askerlerinin bulundugu
kayaya dogru ates yagdırdı. Çatısma alanı o kadar küçüktü ki, helikopter atesi bütün araziyi
aydınlatmıstı. Yüzbası Hakkı, ilerideki birkaç Amerikalı askerle göz göze geldi. Anlamsız bakıslar
çarpıstı. Helikopterin atesi durdu ve hemen ardından kanat altından art arda büyük ısık
huzmeleri fırladı. Hakkı Beyin az önce terk ettigi kayanın oldugu alan cehenneme dönmüstü. Kulaklarına
inanmak istemiyordu ama yanan Türk askerlerinin acı dolu çıglıkları kulaklarına geliyordu.
Üstegmen Alper ile konusamamıstı bile, onun yüzündeki anlık rahatlamayı gördügü an görevini yerine
getirdigini anladı Hakkı Yüzbası. Helikopterin mekanik seslerini duyabiliyorlardı, ölümcül savas
makinesi büyük bir hızla onların oldukları noktaya dönüp tekrar ates etmek üzere hareketlenmisti ki, az
önce alevlere bürünen kayanın oldugu alandan atılan roket, helikopterin hemen kuyrugunun altında
patladı. Siyah dumanlar çıkararak dönmeye basladı. Saniyeler sonra çok uzaklardan bile görülen bir alev
topuna dönüsmüstü. Geri hatlardaki Amerikalı askerler için moral bozucu bir görüntüydü.
Hakkı Bey, ölümden dönmüstü, birkaç dakika daha fazla yasayacagı anlamına geliyordu bu. 101. ’nin
askerleri hiç nefes aldırmadan tekrar atese basladı. Kursunlar vızıldayarak geçiyordu baslarının
üzerinden, yere yapısmıslardı ve az sonra izli mermiler onları bulacaktı.
Alper gözlerini kapatmıs, basında agrılar yaratan ugultuları dinliyordu, yüzü gülüyordu. Büyük metal
bir kutunun içinde, baska bir dünyada gibiydi. Sesler yaklasıyordu, artarak geliyordu, bagırıslar az
öncekilerden farklıydı. Gözlerinin önüne bir görüntü geldi Alper’in. Uzaktan yaklasan bir karaltı, gittikçe
büyüyordu; gümbürtüler duyuluyordu ama karaltı hiçbir degisiklik göstermeden genisliyor ve ona dogru
yaklasıyordu. Sesleri ayırt etmeye baslamıstı. At sesleri geliyordu kulaklarına, binlerce nal sesinin
çıkardıgı dev senfoniyi dinliyordu simdi. Içindeki yalnızlık duygusu kaybolup gitti, cosku selleri
gökyüzünden kopup üzerine yagmur gibi yagıyor ve ruhunu ferahlatıyordu. Atları seçebiliyordu simdi,
engellerin önünden kanatlanarak geçiyorlardı sanki.
"Allah’ım!" diye boguk bir ses koptu gırtlagından, onları görüyordu, gözyasları bosaldı. "Onlar!" diye
bagırdı. Atlarının üzerinde gözlerini ileri dikmis, kalpaklı Türk askerleri uçarak ilerliyorlardı.
Üstegmen Alper felç olmustu, hareket edemiyordu, içindeki mutlulugu tarif edemezdi. Bütün dünyada
yalnız kendisine ait bir hissi yasadıgının farkındaydı. Yüzü aydınlandı birden, bogazı kurudu. Bir simsek
çaktı zihninde, gök gürlemesine benzer bir ses doldurdu her yeri. Her yer karanlıga bürünmeden önce
geriye dönüp baktı.
Patlayan roket herkesi öldürmüstü. Hakkı Bey, parçalanan bacaklarına baktı, ikisi de yerinde degildi.
Gülümsedi, silahını çekip birkaç mermi sıktı yaklasan askerlere. Koca bir çelik kütle alnına çarptı,
sonrasında derin bir uyusukluk kapladı bedenini. Topraga bakıyordu gözleri, agzının içi tas parçaları ile
dolmustu. Hissediyordu, baslarına toplanmıslardı ve dikkatli biçimde etrafı arıyorlar, ölü Türk
askerlerinin üzerine kursun sıkıyorlardı. Sıra Yüzbası’ya geldiginde durdular, yasadıgını fark etmislerdi,
tek bir patlama sesi duyuldu.
8
23 Mayıs 2007- Saat: 01.40
DENIZ PIYADE TUGAY KOMUTANLIGI GEÇICI KARARGÂHI
KERKÜK’ÜN KUZEYDOGUSU
Telsizden gelen sesler dayanılacak gibi degildi. Tugay komutanı ve subaylar toplantılarını yaptıkları
portatif masanın basında çaresizlik içinde, az ötelerinde devam eden korkunç mücadelenin seslerini
dinlemek zorundaydı. Çatısmaya giren askerlerin hiçbirisi karargâhtan yardım istememis ya da baska bir
amaçla iletisim kurmamıstı. Orada kendi kaderleriyle bas basa olduklarının bilincindeydiler ve karargâh
personelinin kulaklarıyla sahit oldugu bir dövüsün içinde ölüyorlardı yavas yavas.
Sesler azalmaya baslamıstı ve her nasılsa açık kalmıs olan telsizden tek tük silah patlamaları
duyuluyordu. Tümgeneral Ihsan Er de dahil olmak üzere bütün subaylar gözyasları içerisindeydi,
ellerinden bir sey gelmiyordu. Genelkurmay Baskanlıgı, tugayın bütün gücüyle çatısmaya girmemis
olmasına memnun olmustu.
Bu olayın büyük bir çatısmayı ateslemesini istemiyorlardı ancak durumu tam olarak tahlil etmek zaman
alacaktı.
"Baykus, bize çatısma ile ilgili son durumu bildir. Tamam." Genelkurmay Baskanı Hikmet Pars’ın
telsizinden gelen talimatı kesin ve emrediciydi.
"Kartal, çatısma sona erdi. Askerlerimiz sehit oldu. Tamam." Ihsan Er’in sesindeki ifade bir cümleden
fazlasını anlatmaya yetmisti. Sözleri telsiz cızırtıları arasında kaybolmustu.
"Anlasıldı Baykus. Önlemlerinizi en üst seviyeye çıkartın ve hayatta kalmaya çalısın. Sizi o cehennemden
çıkarmak için her seyi yapacagız. Tamam."
"Kartal, Kuzey Irak’taki diger birliklerin durumu nedir? Tamam."
"Baykus, durum iç açıcı degil. Diger iki tugayımız sıkısmıs durumda ve manevra alanları yok. Eger
hareket etmeye çalısırlarsa size olan onlara da olacak. Tamam."
"Ne yapalım?"
"Savunmada kalın. Asker araziye dagılıp sipere girsin. Hava savunma tertibatınızı kontrol edin. Üzerinize
gelen öncü olursa uzaktan ates açarak size yaklasmasını önleyin. Sizi oradan helikopterlerle çıkartabilir
miyiz, onu arastırıyoruz."
"Buna gerek yok, eger bize yurda dönmemizi emrederseniz döneriz. Helikopterleri riske atmayalım. Bu
adamların ne yapacagı belli olmaz. Tamam."
"Haklısın Pasam. O halde bulundugunuz yerde kalın ve çok iyi siper alın. Taburları takım takım dagıtın.
Tam bir komando savasına hazırlık yapın. Tamam."
"Anlasıldı Komutanım. Tamam."
Tümgeneral Ihsan Er, tabur ve bölük komutanlarına döndü, herkesi gözle görülür bir endise almıstı.
Durum her saniye daha da kötüye gidiyordu. Otuz bes asker çatısmada ölmüstü ve hiçbir sey yapacak
9
durumda degildiler.
"Çocuklar, hızla birliklerinizin basına intikal edip, daha önce belirlenmis olan bölgelerde sipere girin. Çok
iyi siper alın, takımları dagıtın, birbirlerinden en asagı otuz metre uzakta siperler kazsınlar. Siperleri hava
tehditlerine karsı güçlendirmeye çalısın. Bir süre burada dayanmak zorunda kalabiliriz."
"Komutanım, savasa mı girdik?" Tabur Komutanı Yüzbası’nın sesinde keder vardı, bir seyleri geride
bırakmıs olmanın verdigi bir duygu.
Omuz silkerek, "Bilmiyoruz oglum. Ama sanırım bunu ögrenmemiz an meselesi," dedi Tümgeneral Ihsan
Er.
Subaylar kosarak çadırı terk edip ciplerine atladılar. Askerlerinin güvenliginden onlar sorumluydu,
karsılarındakini henüz düsman diye niteleyemiyorlardı, güçlü olduklarına süphe yoktu ve güçlerini hiç
tereddüt etmeden kullanıyorlardı.
CNN International: Kuzey Irak’ta çatısma...
13 ABD askeri öldü, 30 yaralı var. Ordu yetkilileri, Amerikan güçlerine saldıran 35 Türk askerinin
öldürüldügünü açıkladı.
Beyaz Saray, saldırgan tavır nedeniyle, Türk Hükümeti ile baslaması öngörülen ikili görüsme trafigini
iptal ettiklerini belirtti. Baskan, "Suriye ile var olan sorunumuzu halletmeye çalıstıgımız bir dönemde,
Türk Ordusunun bu saldırıyı gerçeklestirmis olmasını siddetle kınıyoruz. Gereken yapılacaktır, " dedi....
Amerikan Kuvvetleri bugün itibariyle harekete geçti... Suriye sınırını asan birlikler ilerliyor. Dısisleri
Bakanı Condoleezza Rice, "Esad dönemi sona ermek üzere, Ortadogu nihaî sekline dogru hızla ilerliyor,"
dedi. Hükümet bir süre önce Kıbrıs’taki karısıklıklar nedeniyle Türk hükümetini suçlamıs, Türk
hükümetinin adadaki askerî varlıgını 60 bine çıkartmasını agır bir dille elestirmisti.
ABD hükümet sözcüsü Türkiye’nin AB ile iliskilerini kopardıgından beri hızla uygar dünyanın karsı
kampına kaydıgını söyledi. Türk hükümeti iki ay önce ABD Kongresi’nden geçen Ermeni soykırımı ile
ilgili karar tasarısından dolayı görüsmeler için büyükelçisini geri çagırmıstı.
23 Mayıs 2007 - Ortadogu Saatiyle: 02.00,
ABD Nebraska Saatiyle: 22 Mayıs 14.40
OFFUT - NEBRASKA. AMERIKAN ORDUSU
STRATEJIK KOMUTA KARARGÂHI
ABD’nin orta bölgesindeki Nebraska Eyaleti’nin Offut sehri yakınlarında konuslu olan Stratejik Komuta
Karargâhı’nda çok farklı bir grup askerî yetkili, süregelen harekâtın esas altyapısı üzerinde çalısıyor ve
dogrudan CENTCOM’a (Merkezî Komutanlık) baglı olarak eszamanlı kısa toplantılar yapıyorlardı.
Stratejik Komutanlık Binası’nın alt katlarında bulunan küçük bir odada dört general bir araya gelmis,
masa üzerine serdikleri haritalar üzerinde hararetle tartısıyorlardı. Burası bir bakıma yapılan
operasyonların kusbakısı analiz edilme yeriydi. Toplantıya katılan generaller, ordunun en entelektüel
generalleriydi ve kurmay subaylar içinde politik konularda sözlerine en çok danısılanlardı.
"Suriye topraklarına girdigimiz andan itibaren hiç durmamalıyız. Bu bir yıldırım harekât, zamanlama
hayatî önemde, öyle bir baslangıç yapılmalı ki, çatısmanın ilk adımları, yani Kuzey Irak’taki unsurların
10
ortadan kaldırılması islemi gerçeklestirilmeye baslandıgı anda, diger birlikler Suriye’ye geçmeli ve
hızlarını hiç kesmeden devam etmeli. Bu arada Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri uçakları hayatlarının
en eglenceli kalkısına hazırlanmalı."
"Kuzey Irak unsurları ne kadar zamanda temizlenir?"
"Bir ya da iki gün içinde o bölgeyi temizleriz ve ana birlikler bu sırada yollarına devam eder. Aynı
zamanda ilk öncüler sınıra gelmis olur ve büyük ihtimalle sınırda pek fazla bir karsılık görmezler."
"Suriye ne yapacak?"
"Tabii ki hiçbir sey. Esad ile her konuda anlasıldı. Suriye ordusu bir süre için tamamen kıslalarına
çekilecek, zaten bu planı kabul etmeselerdi kıslaları yerine mezarlarını kazmaya baslamak zorunda
kalacaklardı."
"Evet General, Metal Fırtına Operasyonu’nu o kadar hızlı gerçeklestirmeliyiz ki, CENTCOM’un özel
psikolojik baskı operasyonları yeterince etkili olabilsin."
"Karsımızda hiçbir düzenli birlik kalmamalı."
"General, düzenli birlik mi dediniz? Atılması planlanan bombaların çapı ve adedini göz önünde
bulundurursak ortada düzen adına hiçbir seyin kalmayacagını garanti edebilirim. "
"Bu tarihî bir operasyon, binlerce yıllık bir hareketi tersine döndürecek."
"Orgeneral Strike’ın dedigi gibi, her biri ile ayrı ayrı savasacagız. Baska türlü bu savası kazanamayız.
Onların beyinlerindeki tüm imajlar hızla yıkılmalı ve kimse direnmeyi aklına bile getirmemeli."
"Türk Ordusu huzursuzlanmaya basladı, hissediyorlar. "
"Evet, hissediyorlar ve karsı koymaya çalısacaklar. Tanrım, dünyada böyle bir ordunun kalması ne
muhtesem! Bu güce karsı koymaya çalısacaklarından süphemiz yok. Gerçek gücümüzü görebilecegiz.
Düsünün, karsımızda bizi görünce çil yavrusu gibi dagılıp silahlarını bırakmayan, savasmanın ne demek
oldugunu bilen, kahraman bir ordu olacak. Ne zamandır bunun hayalini kuruyordum. "
"Dünyanın denge merkezini ele geçirmeyi kolay bir is sanmayın. Orada çok fazla bilinmeyen ile
karsılasacagız, hepimizin bu kadar rahat olması bazen beni rahatsız ediyor dogrusu."
"On bes tonluk Slayer bombalarının alt edemeyecegi bir bilinmeyen, biliyor musun?"
"Tanrım, düsüncesi bile korkunç. O bombanın patladıgı zaman ortaya çıkardıgı basıncı kilometrelerce
öteden hissedebilirsin. Bir kilometreden fazla bir alan içinde saglam hiçbir sey bırakmıyor. Bir de
hedefteki askerleri düsün."
"Ya B-52’ler, B-2’ler?"
"Her sey hazır, her sey."
"Tam on gün, evet, on gün boyunca saldırılar hiç susmayacak. Aklınıza gelen her yer vurulacak. Uçaklar
hiç durmayacak. Saldırıların yavaslaması diye bir sey söz konusu degil. "
11
"Saldırı bittiginde insanlar, bırak ellerini silaha götürmeyi, lastik patlamasına bile dayanamayacak hale
gelecek. Türk halkının psikolojisini yıkıma ugratmalıyız."
Toplantı sırasında kapı çalındı, bir asker içeri girip odadakilere bir sey söylemeden dört generalin
koltuklarının ortasında bulunan masaya bir rapor bıraktı ve selam verip hızla odayı terk etti.
Generallerden birisi yerinden dogruldu, dosyayı açıp incelemeye koyuldu. Yüzü gülmeye basladı ve
siyah dosyayı masanın üzerine attı:
"Harekâtımız baslamıstır arkadaslar, ilk kayıplar verdirildi. Tüm dünya medyasına dezenformasyon
basladı. Türkler Kuzey Irak’taki birliklerimize haince bir saldırı düzenlediler ama bekledikleri sonucu
alamadılar. Otuz bes saldırgan Türk askeri öldürüldü. Metal Fırtına harekâtı baslamıstır!"
23 Mayıs 2007 - Ortadogu Saatiyle: 02.30
ABD Dogu Kıyısı Saatiyle: 22 Mayıs 14.50
BEYAZ SARAY - WASHINGTON
Baskan ve danısmanlarından Jack Argosian baslayan harekâtla ilgili ilk raporları inceliyordu. Sesi kısık
televizyonda, Beyaz Saray Sözcüsü Stuart Morgan, saatler önce hazırlanmıs metni dramatik bir tonda
okuyordu. ABD hükümeti Türklerin, ABD’yle eski dostluklarına hiç uymayan sekilde, haince yaptıkları
saldırıyı en agır sekilde protesto ediyordu. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld içeri girdi. Telaslıydı ve
Baskan ile konusması gereken seyler vardı. Argosian, Rumsfeld’in oradaki varlıgını sorgulayan
bakıslarına karsı dayandı. Baskan kollarını ensesinde kavusturup keyifle geriye yaylandı:
"Don, durum nedir? Anlat bakalım."
"Sayın Baskan, Howard yolda, birazdan size özel bir brifing verecek."
Rumsfeld kapıda bekleyen sivil güvenlik görevlilerine isaret etti. Görevliler hemen barkovizyonu içeri
tasıyıp hazırladılar. Öyle görünüyordu ki Genelkurmay Baskanı Howard Strike hızlı ve özet bir brifing
verecekti. Baskan ve Argosian anlamsız ifadelerle hazırlıkları izledi. Sivil görevliler islerini bitirip hızla
odayı terk etti. Koridorlarda yankılanan ayak seslerinden saglam yapılı birisinin geldigi anlasılıyordu.
Kapıda Howard Strike göründü, yüzünde karanlık bir ifade vardı. Basıyla sert bir selam vererek hemen
duvardaki ekranın basına geçti. Makineyi kendisi çalıstırdı. Odada dördünden baska kimse yoktu simdi.
"Sayın Baskan, su an itibariyle Metal Fırtına harekâtı baslamıs bulunuyor."
Sakin bir gülümseme belirdi Baskanın yüzünde, isler yolunda gidiyordu. Bu operasyonun baslaması
demek, bitmesi demekti. Uluslararası durum da bundan iyi olamazdı; AB parçalanmamaya çalısıyor,
Ruslar Ukrayna ve Kafkasya’da baslarına açılan dertlerle ugrasıyorlardı. En korktugu sey, iç muhalefet
nedeniyle operasyonun baslatılamayacak olmasıydı ama engeller asılmıstı iste. Karsısında simdi sadece
Türkler vardı.
"1. Süvari Tümeni bütün unsurları ile Suriye topraklarına girdi ve iki gün içerisinde Fırat nehrini geçerek
Türk sınırına dogru hareketlenecek. Sanırım yarına Hatay yakınlarına varacaktır." Odadakilere döndü ama
bakısları Baskanın üzerinde kilitlenmisti. Kendisinden imkânsızı bekleyen adamın tam gözlerinin içini
hedef alıyordu. Görevini yapacaktı, bunun sonuçlarını düsünmeden hem de:
"Sayın Baskan, bu tümen sınıra hareketlenen tek tümen degil. 82. Hava indirme Tümeni, Hatay sınırına
12
helikopter ve uçaklarla indirilecek. Bu bölgede yerlesme islemlerini iki gün içerisinde tamamlayacaklar.
Sonraki hedefleri için harekete geçecekler efendim."
"Yani..."
"Istanbul onların tek hedefi." Howard Strike sanki hiç nefes almadan konusuyor gibiydi. "3. Süvari
Alayına baglı zırhlılar da 1.
Süvari’nin hemen sagından bir yay çizerek sınır bölgesinde zırhlı birliklerini yayacak ve daha sonra
içeriye dogru ilerleyecek. Bir çesit kanat koruma görevi saglayacak. Türk Ordusunun tarihini
unutmamalıyız. Kanatlarda meydana gelecek bir bosluk bizim çocukların yok olmasına neden olabilir."
"Howdy, Irak’ta neler olacak, çabuk bana ondan bahset, bırak simdi karamsarlıgı." Baskan espriliydi
dogrusu. Fakat yakısıklı suratına daha çok ciddi ifadeler yakısıyordu. Kamuoyu onu en mutlu anlarında
bile mesafeli bir gülümseme ile görebilirdi. Sırıtınca tehlikeli bir çılgını andırıyordu.
Howard Strike bu espriye bir tepki vermeden devam etti:
"Irak’taki isi 101. Hava indirme halledecek ve tabii ki..."
"Evet, iste burasını seviyorum."
"C-130’lar on bes tonluk Slayer bombalarını atacaklar. Yerin biraz üstünde patlıyor bu bombalar. Uçaklar
uygun bir mesafeden bu bombaları, tugayların konumlandıgı bölgelerin üzerine bırakacak. Ortada fazla
bir sey kalmasını beklemiyoruz. "
"Akdeniz’deki durum nedir?" Rumsfeld söze girdi, az önce bahsedilen korkunç plan onu etkilemis gibi
görünmüyordu.
"Bes uçak gemisi ve yirmi iki destroyer, firkateyn Akdeniz’de, iki nükleer denizaltı da tedarik yollarında
devriye geziyor."
"Nükleer tepki?..."
"Zaten Soguk Savas sonrasında, baslıkların çogu geri getirilip parçalanmıstı, Türklerin elinde olanlar da
aylar öncesinden baslayan programa göre kontrol altına alındı. Eger ki bizim bilmedigimiz bir bombaya
sahipseler ve böyle bir tepki verirlerse aynı dille karsılık göreceklerini bilirler. Ellerinde okyanus
asabilecek herhangi bir tertibat yok."
"Irak ile devam edecek olursak."
"Birazdan 101. ’nin saldırı helikopterleri havalanacak ve Türk Deniz Piyade Tugayını vuracak. Bu arada 4.
Mekanize Piyade Tümenine baglı tanklar Hakkari Dag Komando Tugayının karargâhına ve çevrede
konuslu taburlarına saldıracak ve onların araziye dagılmasını saglayacak. Büyük ihtimalle zaten su aralar
araziye dagılmak üzeredirler. 3. Zırhlı Süvari Alayının tankları da Türk 20. Zırhlı Tugayına saldıracak ve
tankları yok edecek. Tabii helikopter desteginde."
"Ya Kutsal Safak Operasyonu?" Argosian bunu sormak zorunda hissetti kendisini, çünkü o zaman Ermeni
diasporasının bekledikleri nihayet gerçeklesecekti.
13
Howard Strike ona aldırmadan devam etti:
"Ilk kez yaptıgımız bir sey bu. Hava ve kara savası konseptini ayırıyoruz. Hava saldırıları da Irak’taki agır
çatısma ile eszamanlı olarak baslayacak. Ancak Hava Kuvvetlerinin saldırıları psikolojik savasa destek
verme üzerinde yogunlasacak. "
Durup nefes aldı, simdi beyninin baska bir alanından veri topluyordu. Tekrar önünde duran Türkiye
haritası üzerine odaklandı. "Simdiye kadar konustuklarımız orta, batı ve dogu için geçerli. Ancak en
büyük hedef, bir tek sehir. Ülkenin can damarı. "
Genelkurmay Baskanı, odadakileri dikkatli bakıslarla süzdü:
"Ve bu sehir dünyanın kalbi olarak da adlandırılabilir. Orası, Istanbul."
Donald Rumsfeld bedenindeki tüylerin hareketlendigini hissetti. Sanki kutsal bir isimden bahsediliyordu.
Neden böyle bir sey hissettigini bilmiyordu dogrusu ama sanki genlerinin çok derinlerinde hafızası ile
baglantılı bir noktada gizli bir his vardı, Istanbul’un kendisine ait olduguna dair bir gizil duygu
yasatıyordu. Istanbul kelimesi ona her seyden çok anlamlı gelmisti. Ülkesinin resmî kurumlarında ve
resmî isaretlerdeki Roma imparatorlugu simgelerini hatırladı, dogal bir yakınlıktı hissettigi.
"Bu sehre hava saldırısını düzenlerken çok özenli davranacagız. Karsımıza hiçbir güç çıkmamalı.
Elimizdeki bütün silahlarla bu sehri vurmak zorundayız. 82. Hava indirmenin de ana hedefi Istanbul. 101.
’nin sonraki hedefi olan Ankara’da isi bittikten hemen sonra Istanbul operasyonu baslayacak. Bu arada
deniz piyadelerini de denizden Istanbul’a yollamak istiyoruz ancak bilemiyorum... Çanakkale Bogazı,
biliyorsunuz..."
Baskan ayaga kalktı. "Bu operasyon ile ilgili olarak CENTCOM’da bir izleme merkezi olusturuldu. Simdi
o merkeze gidecegiz. Bu is bitmeden uyumak yok Don." Sanki Strike’ın daha fazla konusmasını istemiyor
gibiydi. Masadaki dosyayı alırken Baskan Yardımcısını kastederek, "Dick Avustralya’dan döndükten
sonra Washington’da kalsın," dedi.
Florida CENTCOM’dan izleyecekti savası.
Baskan, Air Force One’dan Chicago’ya, Adrian III. Lynam’a telefon etti. Kamuoyunca pek bilinmeyen bu
kisi ülkenin, dolayısıyla dünyanın en güçlü insanları arasında sayılabilirdi. Su sıralar çok büyük
faaliyetler içinde bulunmayan Ornicon adlı orta ölçekli bir madencilik ve enerji sirketinin dört gizli
ortagından biriydi. Baskanın mensubu oldugu Evangalist kilisesinin önde gelen bagısçılarından biriydi.
Ve Türkiye’ye açılan bu savasın, perde arkasındaki planlayıcısıydı! Gelismeler, Baskanın en büyük
finansman destekçilerinden Bay Lynam’a sürekli iletilmeliydi, sonuçta bu savası dört yıldır bekliyordu!
Istanbul’a dünyanın en büyük Evangalist kilisesini yaptırmaya yemin ettigi söyleniyordu.
Hep sunu derdi: "Unutma, biz bu topraklan istiyoruz üzerindeki insanları degil!"
23 Mayıs 2007 - Saat: 03.10
GENELKURMAY BASKANLIGI / ANKARA
Genelkurmay Baskanı Hikmet Pars, Harekât Komuta Merkezindeki telsizin basından ayrılmıyordu. Deniz
Piyade Tugayı Karargâhından sürekli olarak bölgedeki çatısma ile ilgili haberler geliyordu. Hükümetin
14
bir an önce toplanması için kırmızı alarm verilmisti. Basbakan Tayyip Erdogan ve Ankara’da bulunan
kabine üyeleri Harekât Merkezine geliyorlardı. Dısisleri Bakanı Abdullah Gül, altı kisilik bir heyetle
Washington’a dogru yola çıkmıstı bile.
Son birkaç dakikadır haberler kesilmisti. Otuz bes askerin sehit oldugu bildirilmisti en son. Irak’taki
birliklerin öncülerinden gelen bilgiler önce kendi karargâhlarına, oradan da Harekât Merkezine
iletiliyordu. Ortalık çok karısık görünüyordu ama durum tam tersiydi. Türkiye’nin her yerinden fiber
optik kablo agları ile gelen bilgiler tamamen dijital hale gelmis olan ekranlara ve analiz edilecekleri
istasyonlara aktarılıyordu.
Hikmet Pasa, Harekât Merkezinde bulunan esas toplantı odasının hemen yanındaki küçük bir odaya
geçti. Burada masanın üzerinde Irak, Suriye ve Türkiye haritaları bulunuyordu.
Masanın basına gelip haritalara dikti gözünü. Haritaların üzerinde ısıklar yanmaya basladı. Masanın
içindeki elektrik tertibatı sayesinde, operatörün verdigi bilgiler bu masaya aktarılıyordu. Masanın
üzerinde Türk ve Amerikan birliklerinin yerleri belirmisti. Irak’a baktı. Genelkurmay Baskanı Orgeneral
Hikmet Pars için, görüntü korkunçtu, birlikler birbirine çok yakındı ve yakın zaman içinde siddetli bir
çatısma olmustu. Pek çok Türk askerinin canına mal olan bir çatısma. Görebiliyordu, çok kısa süre sonra o
bölge ates çemberine girecekti.
Dakikalar hızla geçti. Bölgeden çok karısık veriler akıyordu. Suriye sınırında konuslanan Amerikan
kuvvetleri sınırı geçmis ve hiçbir direnisle karsılasmadan hızla ilerlemeye baslamıslardı. Amerikan 82.
Hava Indirmenin helikopterleri, binlerce askeri Suriye’nin içlerine tasıyordu. Amerikan Ordusu
kuvvetliydi; aynı anda hem Türkiye ile çatısıp hem de Suriye ile ugrasması, imkânsız degildi belki ama
zordu. Hâlâ anlayamıyordu Hikmet Pasa, onlarca yılın ortagı simdi neden üzerlerine böylesine acımasızca
geliyordu. Içinden geçen düsünceleri belki hiç açıklayamayacaktı ama durum çok kötüye dönebilirdi.
Eger olaylar topyekun bir çatısmaya dönüsürse, Cumhuriyet’in bütün yatırımları heba olabilirdi. Buna
izin veremezdi Hikmet Pasa. Ama nasıl?
Dünya televizyon kanalları yayınlarını kesmisler, bu olayın ayrıntılarını veriyorlardı. Inanılmaz bir
heyecan dalgası sarmıstı her tarafı. Dünyanın her yanında yasayan Türkler hareketlenmisti, kimse yerinde
duramıyordu ve simdilik sadece uluslararası telefon hatlarını kilitlemekle yetiniyorlardı.
Rusya’nın BM Genel Konseyi’ni acil olarak toplantıya çagırdıgı haberleri haber ajanslarına geçmeye
baslamıstı. Amerikan Harekâtının Suriye ile sınırlı kalacagı düsünülürken olaya Türkiye’nin karısması bir
anda dünya güç merkezlerini harekete geçirmisti. Kimse böyle bir gelisme beklemiyordu, sürpriz unsuru
çok katı biçiminde kullanılmıstı. Politika baskentlerinde saat kaç olursa olsun acil toplantı çagrıları
yapılıyordu. Durum kritikti.
Kuvvet Komutanları Harekât Merkezinde toplanmıstı, hepsi savas kıyafetleri içindeydi.. Çok dinamik ve
kararlı görünüyorlardı, moralleri yüksekti. Hepsi her an bir çatısmaya girecek gibi donanımlıydı. Harita
masasının bulundugu odaya dolusmus, çay sigara ikilisinin sagladıgı anlık rahatlama ile dinlenmeye
çalısıyorlardı. Normal hayatta sigara içmeyenler bile yakmıstı bir tane. Hikmet Pasa, komutanlara bakarak,
"Siz ne düsünüyorsunuz?" dedi.
"Komutanım, durum vahim. Bence acilen Irak’taki birliklere geri çekil emri vermeliyiz. Yoksa yakın
zamanda..."
"O zaman savası biz baslatmıs oluruz."
15
"Eger geri çekilmeyi baslatıp Amerikan Kuvvetlerini yarmazsak, o zaman üç tugayımızı kaybederiz."
"En iyilerinden üç tugay. Bu çok kallesçe bir tuzak. "
"Geri çekilme basarılı olmayabilir. Amerikan Kuvvetleri bölgede çok aktif."
"Hava Kuvvetleri yardım edemez mi?"
"Eder. Ancak bu yine, savası baslatır."
"Onu simdi bırakalım, Hava Kuvvetleri ile ne yapabiliriz?"
"Yer unsurlarını vurarak yol açabiliriz Komutanım. Ya da..."
"Evet?"
"Eger bu is savasa gidiyorsa, Hava Kuvvetleri olarak acil hareket etmek zorundayız. Geç kalınırsa, Hava
Kuvvetlerimiz ziyan olur."
"Yani topyekûn bir hava saldırısından bahsediyorsunuz."
"Evet Komutanım. Bütün gücümüzle o bölgeye saldırırız ve müteakip olarak kara unsurları yüklenir. Bu
sayede Amerikan Kuvvetlerini dagıtıp sınırlarımıza çekiliriz ve saldırıyı sınırda karsılarız."
"Pasam, bu ne demek biliyor musun?"
"Biliyorum Komutanım. Ancak yüz ifadenizden, aklınızdan geçenleri anlıyorum. Durum kötü, bu bir var
olma mücadelesinin ilk adımları."
Hikmet Pasa, kuvvet komutanlarına baktı. Hepsi de komutanlarının tek oglu Erkan’ın Kuzey Irak’taki
tugayda oldugunu biliyorlardı.
"Bu karan biz veremeyiz. Siyasî iktidar verir. Olay, rejimin var olup olmama meselesi."
"Çabuk olmalıyız Komutanım."
Masanın sol tarafında yeni bir kırmızı ısık yandı. Gelen bilgiler, 82. Hava indirme Tümenine baglı ilk
askeri birliklerin Hatay sınırına yakın bölgelere indigini gösteriyordu. Onlarca AH-64 Apache helikopteri
de bölgedeki alanlara kaymıstı. Bu, inanılmaz hızda yapılmıs bir ileri harekâttı. Türk askerleri ile
Amerikan askerleri çatıstıktan çok kısa bir süre sonra büyük bir kuvvet, sınıra yakın bir bölgeye iniyordu.
1. Süvari Tümeni ise aynı anda harekete geçmis ve birkaç saatte maksimum hızla ilerlemisti. Biraz sonra
yakıt doldurmak için yavaslayacaklardı ama yüzlerce M1A2 tankı ve Bradley savas aracı Suriye
topraklarını birbirine katarak ilerliyordu.
"Içimde bir his var. Bu sıradan bir çatısma degilmis gibi geliyor."
Kuvvet Komutanları, Genelkurmay Baskanının yüzüne saskınlıkla baktılar. Kafalarında olusan resim hiç
güzel görünmüyordu. Odaya giren bir Yüzbası, Hikmet Pars’ın kulagına bekledigi haberi fısıldadı:
16
"Basbakan buraya varmıs, birazdan aramızda olacak. "
Basbakan Recep Tayyip Erdogan, Savunma Bakanı ve içisleri Bakanının yerlerini almasıyla Hikmet Pars,
önündeki küçük gruba konusma yapacakmıs gibi pozisyon aldı. Hareketleri hızlıydı ve sürekli
merkezdeki operatörlerin yüzlerini takip ediyordu. Operatörlerin yüzlerindeki ifade, o an gelen bilgilerin
aciliyeti ile ilgili olarak yeterli bilgi saglıyordu.
Toplantı masasının karsısında dev düz bir ekran asılıydı. Hikmet Pars eline bir lazer göstergeci alıp ayaga
kalktı ve bilgisayara baglı projeksiyon makinesini kullanan subaya basıyla isaret verdi. Ekrana dev bir
Ortadogu haritası geldi. Çok ayrıntılı bir haritaydı, neredeyse en basit ırmak veya yank bile ayırt
edilebiliyordu. Pasa, düsünceli bir sekilde haritanın önüne geldi ve sırasıyla Kuzey Irak ile Suriye sının
yakınlarında bazı bölgeleri isaret etti. Bilgisayardaki grafikleri seçen askerin bir tusa basmasıyla bu
noktalarda kırmızı kareler belirdi.
"Bunlar Amerikan Ordusuna baglı birlikler..."
Makinenin sert klik sesi duyuldu. Bu defa haritadaki kırmızı karelere yakın yerlerde yesil kareler belirdi.
"Bunlar bizim Kuzey Irak-Bagdat arasında konuslanmıs olan birliklerimiz."
Hükümet üyeleri ekrana gelen diyagramları saskınlıkla izlerken, askerlerin ifadesinde bir degisiklik
olmamıstı. Durumdan haberdar gibi görünüyorlardı.
"Gördügünüz gibi bölgede bulunan üç tugayımızın çok yakınlarında en güçlü Amerikan Kuvvetleri
konumlanmıs durumda. Deniz Piyade Tugayımızın birkaç kilometre kadar yakınında 101. Hava indirme
Tümeni, Hakkari Dag Komando Tugayının hemen yakınlarında 4. Piyade Tümeni ve 20. Zırhlı Tugayın
hemen yakınlarında da 3. Zırhlı Süvari Alayı bulunuyor." Genelkurmay Baskanı, düsüncelerini
toparlamak istercesine gözlerini kıstı ve haritaya baktı. "Bu görüntü askerî literatürde iki anlama gelir; ya
biz Amerikan birlikleri ile genis bir savunma hattı kuruyoruz ki açıkçası bizim böyle bir planımız yok, ya
da bu bölgedeki birliklerimiz sarılıyor. "
Hikmet Pars bir an, ölen otuz bes Türk gencini düsündü.
"Kısa süre önce meydana gelen sıcak çatısma sunu gösteriyor ki bu sadece bir kusatma degil. Sayın
Basbakan, bizim ortak kanaatimizdir ki; Amerika’nın su anda sürdürdügü operasyon Türkiye’ye karsı
dogrudan tehdit olusturmaktadır. Aslına bakılırsa bu durumu uzun zamandır teorik olarak bekliyorduk,
fakat öyle görülüyor ki zamanlama konusunda yanılmısız, bizi iyi aldattılar. Su an Irak’taki kuvvetlerimiz
büyük bir tehdit altında, kısa süre önce gerçeklesen çatısmanın tekrar vuku bulması durumunda bu
tugaylarımız agır zayiat verebilir."
"Pasam ne yapalım dersiniz?"
"Bence bu birliklere geri çekilme emri verelim. Hava Kuvvetleri de geri çekilme sırasında bölgede
koruma görevi yapsın. "
"Pasam, Dısisleri Bakanım yolda. Izin verirseniz diplomatik yollan deneyelim. Benim de amacım o
birlikleri çekmek. Ancak bunu yaparken büyük bir savası baslatabilecek hareketlerden geri durmamız
gerekiyor."
Hikmet Pars, dogrudan Basbakanın gözlerinin içine bakıyordu simdi. Çok önemli bir kararın esigindeydi
17
ve hata yapma lüksü yoktu. Bunca yıllık deneyimi ve egitimi bu an içindi. Stratejik dehası nedeniyle
Genelkurmay Baskanlıgına getirildigini herkes biliyordu. O an gelmisti, stratejik dehasını ortaya koyma
zamanıydı.
"Sayın Basbakan, sanırım haklısınız. Bu hareketi baslatmak, bizi tamamen haksız duruma düsürecektir.
Sayın Gül’ü beklemekte fayda var."
Basbakan, "Belki benim direkt Baskan’la konusmam iyi olur," diye söylendi. Ama son zamanlarda Ermeni
tasarısı ve Kıbrıs nedeniyle iliskileri iyi sayılmazdı. Son bir yıldır Türkiye’ye karsı soguk bir politika
güdüyordu.
O ana kadar toplantıyı sessizce izleyen iri yapılı, genç görünümlü bir asker ayaga kalktı. Uzun boyu ile
toplantının yapıldıgı odayı dolduruyordu. Basında kırmızı bir kep vardı ve bedeninde neredeyse bir tek
gram bile yag yoktu. Özel Kuvvetler Irak Operasyonlarından Sorumlu Tümgeneral Selami Dikbas,
haritanın önüne geldi:
"Efendim, su ana kadar üzerinde durmadıgımız baska bir nokta var ki, kaygılarımızı daha da artıracaktır."
"Devam edin."
"Eger en kötüsünü düsüneceksek, duruma sadece

Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 12
Bütün postalar: 13
Bütün kullanıcılar: 8
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
 
 
  Bugün 16 ziyaretçi (22 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol